Tuesday, August 25, 2015

Toprağın altında yatanları düşün, ya üstündekileri?

Ülkemizde giderek palazlanan terör örgütlerinin faaliyetleri herkesten çok, okumuş etmiş, ilerici bir dünya görüşüne sahip gençliği yaşamın daha medeni olduğu ülkelere göç etmeye yöneltiyor. Bu ülkeden çekip gideceğim diyenler veya en azından fikir alışverişinde bulunanlar ana hatlarıyla iki tür tepkiye maruz kalıyor. İlki 
"Siz giderseniz bu ülke kimlere kalacak, hangi gençlere emanet olacak?", 
ikincisi ise "şansınız, yabancı lisanınız varken gidin, hatta dönmeyin". 

İstiklal Marşı'mızın altıncı kıt'asının ilk iki dizesinde "Bastığın yerleri 'toprak' diye geçme, tanı!/ Düşün altında yatan binlerce kefensiz yatanı." diyor. Bu cennet vatanın üstünde sefa sürenleri ne yapalım peki? Niye hep fakirlerin, garibanların kanı akıyor bir oturup düşünmek lazım. Kıyamet kopuyor, bu heriflere bir şey olmuyor. Üstüne üstlük bize "ölün" diyorlar. Öleceksek hep beraber ölelim yoksa kimse kusura bakmasın. Yurtdışına Türkiye'ye belki de bir daha hiç dönmemek üzere çıkmak isteyenler hiçbir şekilde vicdan azabı duymamalıdırlar.

Sevgiyle kalın,

Wednesday, August 5, 2015

Yarı maraton koşarken durdurulamayan dırdır

Geçtiğimiz aylarda erkek arkadaşımla tanıştığımda bir yarı maraton (21.1 km / 13.1 mil) yarışında koşmak için antrenman yapıyordum. Üçüncü buluşmamızda yarı maratonu bitirmemi kutlamıştık. O zamandan beri şu bu nedenle düzenli koşmadığım için kendime biraz kızıyorum. Sevgililer çıkmaya başladıklarında hakikaten de kendilerini az da olsa salıyorlarmış bunu bizzat deneyimledim. Sıcaklığın rekor seviyelere ulaştığı şu günlerde bugün öylesine rüzgarlıydı ki, yağmurlu günlerin pek yakında olduğunun adeta habercisiydi. Havalar daha da bozmadan 2015 yılını başka bir şehirde ikinci bir yarı maratona yazılarak kapatmak istedim ve bu gece nihayet kaydoldum.

Genelde "Vaaay, o kadar yol nasıl koşabiliyorsun?" türü tepkilerle beraber "Sıkılmıyor musun, koş koş koş nereye kadar?" diye soran da oldu. Doğrusu pek çok kişiyle aynı anda koşunca sıkılma ihtimaliniz yok, hatta kulaklık kullanılmaması yarışları düzenleyen komitelerce tavsiye ediliyor. Evlerinden çıkıp plastik sandalyelerde oturup motive edici çığlık atanlar, "Haydi az kaldı, aynen devam" şeklindeki tezarühatta bulunanlar, elma portakal soyup elinize tutuşturan mahalle sakinleri büyük motivasyon kaynağı. Ağaçlar, üşütmeyecek serinlikteki hava ve genel olarak koşulan parkurun güzelliği yine de beynimdeki çeneyi susturmaya yetmiyor. Bugüne kadar koştuğum üç yarı maratondan yola çıkarak size aklımdan geçenleri aktarmaya çalışacağım.

ilk mil) "Bugün oldukça formumdayım, kişisel en iyi derecemi yapacağımdan kuşkum yok. Pek çok kişiyi geride bıraktım ohh."

2. mil) "Bu tempo gayet iyi, kolay bile denebilir. Biraz daha hızlı mı koşsam?"

3. mil) "Artık kimseyi geçmiyorum, yine en iyisi mi ben ilk tempomda koşayım. İyi bari bacaklarım ağrımıyor."

4. mil) "Saatime bakmayı kessem iyi olacak, normal koşuyorum işte. fotoğrafçıya gülümseme vakti."

5. mil) "Bu hızda devam edersem hedeflediğim zamanda bitirebileceğim, off hesap yapmayı ne zaman bırakacağım? Elde var 8 mil."

6. mil) "Bu yokuş ne zaman bitecek? Antrenman yaparken keşke biraz daha yokuşlu yerlerden koşsaydım."

7. mil) "Off koş koş bitmiyor, daha bir bu kadar yol nasıl koşacağım, bacaklarım ağrımaya başladı."

8. mil) "Nereden yazıldım ki bu koşuya, sanki yazıl diyen vardı. Tırnaklarım da batmaya başladı ha, niye kesmedim ki? Malım çünkü."

9. mil) "Hedefime ulaşmasam da olur, koşuyu sağ salim bitireyim yeter."

10. mil) Bahar, yürüme, yürüme, durmak istiyorsun ama ne olur gözünü seveyim yürüme, bak şunun surasında üç milcik kaldı, hem hedefine oldukça yakınsın."

11. mil) Hedefime ulaşırsam bir daha yarı maraton koşmayacağım. Eğlencesine koşacağım, strese gerek yok.

12. mil) Bu mil çok daha uzun ya, yanlış mı işaretlemişler ne, kesin 2 mil koştum.

13. mil) Haydi az kaldı Bahar, sık dişini. Finiş çizgisine ulaş bir daha da ne bir yarı maratona kaydol ne bir başka şeye.

0.1 mil) Ohh be, sonunda, dünya varmış. Koşmak gibisi yok, müthiş bir his. O nasıl bir sprintti öyle, o kadar enerjim kaldığını bile bilmiyordum. Bitirme madalyası da pek güzelmiş. Atıştırmalıklar harika görünüyor ama hiçbir şey yiyesim yok. Yine ben yanıma alayım, acıkacağım birazdan kesin. Annem kesin "Sünnetli çocuk gibi yürüyorsun" esprisini yapacak. Olsun, o benim canım.

Sevgiyle, sporla kalın.

Tuesday, August 4, 2015

Milliyetçilik işine geleni kendine dahil ettiği bir yapı (mı?)

Geçenlerde hiç beklemediğim bir kişiden, Jyrki (Yürki) Amca'dan bir hayırdır, nasılsın türü Linkedin mesajı aldım. TRT'nin düzenlediği Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'nde tam 10 yıl önce Finlandiya'dan 10 günlüğüne Paula adında bir öğrenci ağırlamıştık. Şansımıza kızcağızın annesi de dans ekibiyle gelmişti. Annemle onun annesi arkadaş olmuşlardı. 

Aylardan sonra günlerden Cuma, okula değil noterliğe doğru yol tuttuk. Aynı gün annem sürpriz yapıp elime gıcır gıcır yeni pasaport ile bir uçak bileti tutuşturmuştu: Türk Hava Yolları, Helsinki. Bayram tatilinde onlara iade-i ziyarette bulundum, bu aynı zamanda Avrupa'da ziyaret edeceğim ilk ülkeydi.

Bir akşam, Finlandiyalı arkadaşımın babaannesine yani Jyrki Amca'nın annesine oturmaya gittik. Bana albümler dolusu aile fotoğrafı ve kendi çıkardığı aile ağaçlarını göstermişti. Ta 1700'lere uzanan fotoğraflı aile şeceresini görmek mi yoksa ailenin günümüz Finlandiya topraklarında pek de bir yere gitmemiş olmalarını görmek mi daha çok şaşırtmıştı bilemiyorum.

Sonra kendi ailemi düşündüm. Anne tarafıma bakarsak ben Amerika'da, annem İstanbul, anneannem Lüleburgaz, onun annesi ise Selanik'te doğmuş. Haliyle bizimkiler nereden gelmişler merak ettim fakat kanunen bunu araştırmaya imkan yok. Cumhuriyet kurulduktan sonra tüm Osmanlı arşivi kağıt niyetine satılmış. Kim önceden neredeydi, ne iş yapardı hiç bilinmiyor. Sonra göçler, savaşlar derken ortalık karman çorman oluyor. Elde veri veya kanıt olmayınca, sadece günümüz 26-45 doğu, 36-42 kuzey koordinatlarıyla doğrudan veya dolaylı bir bağ kurularak milliyetçilik vücut buluyor.

Milliyetçilik kavramını Türkiye'deki pek çok kişi gibi ben de ilk okul sıralarında Atatürk'ün İlkeleri'nden biri olarak duymuş; ülkesini seven, Türkiye'yi bir adım bile olsa ileri götürmeye çalışan ya da bu yolda çaba harcayan insanların sahip olduğu vasıf olarak kafamda harmanladıysam da yapılan anket çalışmalarında fikirlerimin pek çok Türk vatandaşıyla uyuşmadığını görmek "Ben ne kadar Türk'üm?" ya da "Türkleri gerçekten ortak paydada birleştiren bir şey var mı?" düşüncelerini beraberinde getiriyor. Bir yere ait hissetmenin büyük bir kısmı o yerin dilini bilmekten geçse de eğitimli dediğimiz kesimin dahi Türkçede -de, -ki ve mi'leri doğru yazamadığına şahit olmak, yeni kurulan dünya(lar)ya kayıtsız kalmış, milletçe Atatürk'ten sonra bir düşünce sistematiği geliştirememiş olmak can sıkıyor. Bir şekilde insanın en ilkel özelliği olan iç çekişmeler, farklı olanla güç mücadelesini bir tarafa bırakıp, kendi içimizde kendiliğinden oluşmuş bir mütabakata varılmalıdır. Aksi takdirde dünyaya entegrasyon safhasında bir de bakmışız dünyaya sunacak bir şeyimiz kalmamış. 


Yakında bu konu hakkında tekrar yazacağım. Sevgiler herkese,

Wednesday, July 29, 2015

Playboy dergisi editörlerinden politik teoriler

Ülkemiz yine sancılı bir dönemden geçiyor. Sade vatandaş olarak kime inanacağımızı şaşırdığımız, gerçek mi değil mi bilemediğimiz çok boyutlu bir olay örgüsüyle karşı karşıyayız. 

İşte tam bu esnada "olur mu olur"/"yok artık daha neler" diye bir uçtan öbür uca, birnevi bilişsel çelişkiyle hayâl gücümüzü zorlayan "Celine Kanunları" devreye giriyor. Playboy dergisi editörlerinden Robert Anton Wilson ile Robert Shea'nın Amerika'nın Soğuk Savaş paranoyasının yansımasını kaleme aldığı "The Illuminatus Trilogy!" adlı anarşist romanlarında, İlluminati'ye karşı savaş veren ana karakter Hagbard Celine, devletin vatandaşına hangi gözle baktığına dair ipuçları veriyor. Bu kanunlara göre:

1) Milli güvenlik milli güvensizliğin ana nedenidir.

Bu düzene göre iki grup gizli polis, üstüne bu iki grup polisi denetleyecek bir üçüncü polis ekibi gerekir. Argumentum ad nauseam. İlk grup polis gerekirse devlete karşı şantaj uygular, ikinci grup ise ilk grubu denetler. Aklıma ilk gelen havalimanlarından AVM'lere, her yerde üstü başı aranan sizin benim gibi insanlar. Bir yerde bomba patlıyor, olan bize oluyor. 

2) Doğru, yalansız iletişim taraflar suçlanmayacakları zaman mümkündür.

Memur olsun, yüksek düzey yönetici olsun kimse doğru söylediğinden işinden kavulmak, şiddete maruz kalmak istemez. Söylersin yalanını oturursun aşağı, polis dayanır kapına bir laf kaçıramazsın ağzından. Taraflar ancak eşit olduklarında iletişim kurabilirler. En büyük naneyi ise eski CIA Başkanı George Tenet George W. Bush'a "Irak'ta tüm dünyayı yok edecek kadar kitle iha silahı var" demesiyle yemiştir işinden olmasın diye.   

3) Dürüst siyasetçi ulusun belasıdır.

Bir şeylerin ucundan tutup düzeltmeye kalkışan siyasetçi yolsuzluk iddialarına karışandan daha tehlikelidir. Neden? Çünkü düzen demek daha çok kanun maddesi çıkarılması, daha çok kanun maddesi çıkarılması daha çok tutuklu hükümlü demek. Buna örnek olarak Stalin, Lenin, Kalinin ve sonra gelenler öne sürülüyor.

1975 yılında kurgu amaçlı yazılmış olsa da halen güncelliğini koruyan, dikkate almaya değer kanunlar.


Sevgiyle kalın,

Tuesday, July 28, 2015

Kim kime dum duma

Sosyal medyada etkin olduğum pek söylenemez. Kim atıp tutmuş, yine bir şeyler yumurtlamış çoğu zaman umrumda değil ya da yeni deyişle çok da tın. Diyeceğim, ne bir hedefim var ne de ulaşmak istediğim belli bir okuyucu kitlem. Hedefimin olmaması beklentisizlik, beklentisizlikse sıfır motivasyon demek. Kendi çapımda çiziktiriyorum bir şeyler sonrasında yeni duş yapmışçasına, koşudan yeni dönmüşçesine üstüme bi' rahatlık çöküyor.
Blogumun ismini pek sevdiğim TSM şarkısı "Mavi Gözlü Sarışın Kız"ın sözlerinden esinlenerek seçtim.

Bakalım ilerleyen günler bize neler gösterecek, tekrar yazana dek sevgiyle kalın.